ATAMTÜRK’E MEKTUBUM VAR
Sevgili Atam!
İlkokul birinci sınıfta idim.
Çocuktum ama, küçücüktüm, miniciktim.
Elimde annemin özenle
hazırladığı beslenme çantam, krizit kumaşından önlüğümün cebinde de fındık
fıstık leblebiyle karışık sevgisiyle, Şehit Pilot Binbaşı Ali Tekin İlk
Okulu’ndaki sınıfımda aydın insan olabilmek adına bilim öğrenecektim.
Karatahtanın üzerindeki beyaz
duvarın yüksek yerinde dört parmak üzerine ortalanmış çerçevenin içinden bana
bakıyordun.
Bakışların keskindi ama çok
da sevecendin.
ABC’den sonra ilk
öğrendiğimdin; Yani, Gazi Mustafa Kemal’din.
Çocuktum ama, küçücüktüm, miniciktim.
Türk Çocuklarına ve tüm dünya
çocuklarına bayram armağan etmiştin.
Armağanını, uygun adım
sağ-sol-sağ-sol diyerek sevinçle yaptığımız yürüyüşle kutladık o günlerimizde...
Çok iyi anımsıyorum, bazılarımızın
ayağı su toplamıştı, sıcak bir gündü bir kaçı bayılmıştı bayram çocuklarının...
Biz bayramlarda ağlamayı
unutup da gülmeyi yaşayan çocuklardık.
Ne zaman salıncakta sallanan o
güleç fotoğrafını görsem, neden büyük atamın yaşadığı dönemlerde çocuk olmadım
ki diye her geçen 23 Nisan’lara yanarım.
Ortaokul ve lisede de hep
seni anlattılar bana... Öğretmenlerimi sevgiyle anarım hep bu yüzden. Hep senin
sevgini anlatan bir öğretmen olmak isteyişim de bu yüzden.
Dünyaya ancak yüz yılda bir
gelen dahiydin sen. Senin büyük bir yetenek olduğunu belki o zamanlarda çocuk
aklımla pek fazlasıyla kavrayamamış olsam da, ilerleyen yıllar sonrasında, bunu
dünyanın kabullendiğini çok iyi anladım ben.
...
Şahin kuşunu bilirim ben.
Aynen öyle bakışların vardı. Özgürlüğe, çağdaşlığa, barışa ve cumhuriyete
eşitliğe aşık olduğunu bir bakışta anlamıştım zaten...
En azılı düşmanlara karşı
bile merhametliydin ama senin üstün komutanlık dehan karşısında, savaş meydanlarında
karşında kimse duramazdı bu kesin.
Sen sadece Atatürk değil,
kükreyen bir aslandın, koskocaman kanatları gökyüzünü kaplayan deniz gözlü bir kartaldın…
Özgür geleceklere, güneş
ışığına açılan sanki bir penceresiydin ufuklarımın.
Sözün özüyle ulu önderim,
Türk milletinin büyük önderi, benim sevgili Atamtürk’üm; öğretmenlerim öyle
anlatmışlardı seni bizlere...
Seni anneme, babama, dedeme
sorduğumda da hiç farklı bir şeyler duymadım ağızlarından hep sana övgüler
düzerdi, dua ederek rahmetli büyükannem.
Gel gör ki Atam benim
üzüntülü taraflarım da var.
Bu üzüntülerim seni tanıdıkça,
sana olan sevgim çoğaldıkça daha da arttılar.
Beni eğitenler, failatün,
failatün, failün ölçü sistemini, Niagara Şelalesi’nin yükseklik ve debisini,
“Yes, it is a pencil” demesini, Deli İbrahim’in küpesini, Öküz Mehmet Paşa
Hanında kalanları, Genç Osman’ın boyunu, yediklerini içtiklerini bir bir kafama
yerleştirdiler de; bana senin üstün insani yönünü anlatmayı nedense hep ihmal
ettiler...
Senin içki sofralarının birer
üniversite kürsüsü, sigara küllüğünün yaşanmış gerçeklerin anılarıyla süslü
olduğunu, bu millet için sevdalarından verdiğin ödünleri , aşklarını
ötelediklerini, Uşaklıgil hanedanından Latife Hanım gibi benim, senin yanında
çirkin bulduğum affet ama pek de yakıştıramadığım o hanımefendi ile, binlerce
Türk ve yabancı güzeller güzeli kız sana aşıkken evlenişini ve gerekli bir
zaman sonrasında da boşanışının asıl yönlerini öğretmeye hiç yeltenmediler.
Senin kim bilir kaç günlerce,
geceler ve gündüzlerce savaş meydanlarında cesetlere bakıp için için ağladığının
gizemlerini, şehit kanlarıyla göllenen topraklar üzerinde geceleri gördüğünü,
ay ve yıldızın geleceğin Türk bayrağı olarak dünya semalarında
dalgalandırılacağının hayalinde olduğunu öğretmeye hiç cesaret bile edemediler
nedense.
...
Özlemlerini, hasretlerini,
geleceğimizi kazanmaya dair fikirlerini, geometri ve yurttaşlık kitapları,
şiirler yazdığını da anlatmadılar.
Sevgili Atamtürküm: her yana
heykellerini diktik, dağa, taşa senin siluetlerini çizdik...
Her kitaba, her yazıya
mutlaka senden alıntılar yerleştirdik. Kitapların baş kısmına mutlaka
fotoğraflarını koyduk.
Atatürk’ü anlatmak yerine
şekilciliklerle hep işin kolayına kaçtık...
Ticarette kazık attık,
dünyanın en büyük zeytin üreticisiyken, sattığımız zeytinyağının içerisine
makine yağı katıp sınıfta kaldık.
Üretim yerine dışarıdan
alalım,daha ucuz diyenlerin sözlerine inandık. İthalat denilen o zor meseleyi çok iyi başardık. Kopyaladık
ama, aslını asla merak edip de bakmadık.
İlim, bilim adamlarını, yazan
çizeni sindirdik, doğruyu söyleyeni köy köy dolandırdık...
Sen ‘Türk Milleti zekidir,
çalışkandır’ demişsin ama bizler o sözüne sığınarak, zeki, çevik olmanın
ötesine geçtik ve aynı zamanda düzenci de olduk.
Eğitimi siyasilerin senin
tabirinle ‘menfur’ emellerine kurban verdik.
Ekonomiyi, ‘İzmir İktisat
Kongresi’ndeki uyarılarına ve yol göstericiliğine rağmen çıkarcı siyasete teslim
eyledik.
Aydınlık olması gereken
geleceğimizi de o çirkin siyasete kurban verdik.
Söylediklerini dosdoğrusu
dururken nedense hep tersinden anladık.
Sözün özü sevgili Atam; senin
ilkelerinle belirttiğin yurttaşlığımızdan gıdım gıdım koparak ulus millet
olmamızdan vazgeçtik, vazgeçirildik.
Tükendikçe tükettik,
tükettikçe tükendiğimizi ne acıdır ki fark etmedik…...
Dedemden babama, babamdan
bana politikacı tabiriyle “enkaz devralmış” bulunmaktayız.
Bu gidişle biz, çocuklarımıza
devredecek enkazı bile bulamayacağız...
Birinci vazifemiz; “Türk
istiklalini ve cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” bilirim.
Muhtaç olduğum kudretin, sana
güvenimde mevcut olduğunu da bilirim.
Ama lütfen beni bağışla
Sevgili Atam: Yürekte değil rozette, özde değil sözde, biz seninle hiçbir
alakası ve ilgisi olmayan senden de Atatürkçü sahtekar mı sahtekar, yalancı mı
yalancı, çıkarcı mı çıkarcı, siyasetçilerin menfaatlerinin oyuncağı, sessiz
suskun bireyler olduk…
Sevgili Atam!
İlkokul birinci sınıfta idim
diye başlamıştım ya, mektubumu bitirdiğimde birde baktım ki bende bir öğretmen olmuşum.
Üstelik rüya da değil.
Ama keşke rüya olsaydı.
Gördüklerimin hepsi yaşanılan.
Çocuktum ama, küçücüktüm, miniciktim.
Ellerinden saygılarımla ve hasretle
öperim...
23 Nisan 2001 – Eceabat,
Çanakkale
Prof. Dr. Öner SAMANLI
Türkiye ve Dünyanın En
Kapsamlı
Atatürk Bilgi ve Belge Bankası
Kurucusu
ATATÜRK ENSTİTÜSÜ BLOG
SAYFASI
Değerli okurlar; Prof.Dr.Öner Samanlı'nın 23 Nisan 2001 tarihinde kaleme aldığı bu yazısı internet ortamında farklı kişi veya kişilerce isim ve soy isim kullanılmaksızın alıntı yapılmakta ve hatta daha da ileri gidilerek yazı birtakım değişikliklere uğratılıp yazanları kendileriymişcesine davranan bu kişilerce metin yayınlamaktadır. Prof.Dr.Öner Samanlı'nın tüm yazı ve resimleri telif hakları kapsamında olup tescillidir.
YanıtlaSilKamuoyunu bilgilendirmek adına arz ederiz. www.ataturksitesi.com
www.ataturksitesi.net
YanıtlaSilYazarının Giriş Notu: Değerli okurlarım, bu mektubumu, 23 Nisan 2001 tarihinde Eceabat, Çanakkale’de saatlerin gece yarısı 03.15 olduğu sırada kaleme almıştım
Yazım, internet kurulduğu süreçten bu yana yayında bulunan ve tarafımca kurulmuş olan http://www.ataturksitesi.com sitesinde ve aşağıdaki linkli ‘Atatürk Enstitüsü’ blog sayfasında yayınlanmıştır.
Geçtiğimiz günlerde duyarlı bir okuyucum tarafından uyarıldım ve yazımın isimsiz olarak büyük bir gazetede, ‘yazarı bilinmiyor’ ifadeleriyle birazda değişikliklere uğratılarak yayınlandığının haberini aldım.
Tabi ki; müstesna yayın ilkesi olan yayın organını ve yayınlayan sağduyu sahibesini burada kınamak gibi bir saygısızlık yapmaktan yana asla değilim.
Ancak: 23 Nisan 2001 – Eceabat, Çanakkale’de yoğun bir Mustafa Kemal Atatürk sevdasında ‘Atamtürk’e Mektubum Var’ başlığı ile yayınlanmış yazımın da, takdir edersiniz ki, telif haklarının tarafıma ait olduğunu arz etmek istiyorum.
Bu maksatla beni uyaran dostlara ve yazımı da gündeme yazarı bilinmiyor olarak yayınlayanlara da teşekkür ediyorum.
Umarım nezaketen küçük bir düzeltmeyi yapacaklar ve şahsımı da bilgilendireceklerdir umudundayım.
Bu maksatla yazıyı tekrar engin beğenilerinize saygılarımla sunmaktan onur duymaktayım.
Prof. Dr. Öner Samanlı
MİLLİYET BLOG KÖŞE YAZARI
http://blog.milliyet.com.tr/Sayfam/Blogger/?UyeNo=1549605