5 Mart 2015 Perşembe

3 MART 1924'ÜN TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİNDEKİ ÖNEMİ


3 MART 1924’ÜN, TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİNDEKİ ÖNEMİ


3 Mart 1924, Cumhuriyet devrimlerinden en önemlilerinden üçünün 91. yıl dönümüdür.

91 yıl önce 3 Mart 1924 tarihinde TBMM’de üç yasa kabul edilerek “Laik Türkiye Cumhuriyeti” nin temelleri atılmıştır.

3 Mart 1924, tarihi hilafetin kaldırılmasının kesin zaferinin ilan edildiği bir gündür.

3 Mart 1924, tarihi zaferi ile Milletin Meclisi’nin üzerinde kurulu bulunan hilafet otoritesinin (bugün getirilmeye çalışılan yönetsel yapı) etkinliğine son verilmiştir.

Cumhuriyetin ilanından sadece 4 ay sonra 3 Mart 1924 günü üç büyük devrim birden yapılmıştır.

Hilafetin kaldırılmasıyla, saltanatın kaldırılmasından sonraki bu yürekli devrimci adım kolay oldu sanılsa da, 1300 yılı aşkın süren bir kurumun sonu olmuştur.

Bu ivme, tüm İslam dünyası içinde tarihleri ve tarihçileri zorlayan büyük bir iradenin gerçekleşmesi olarak devrimler tarihi sayfalarında tescil edilmiştir.

Bu nedenle de; 3 Mart 1924 büyük bir devrimsel ivmedir.

Evkaf Vekâletinin (Vakıflar Bakanlığı) kaldırılmasının önemi günümüz açısından irdelenir ise;  dinci vakıfların ve TÜRGEV türü örgütlenmelerin varlığının kurumsal yapılanma amaçları çok daha net şekilde algılanacaktır.

Şüphesiz, 91 yıl öncesinin en önemli devrimi Tevhid-i Tedrisat Yasasıdır.

Günümüz diline Eğitim Birliği Yasası olarak geçse de daha anlamlı olabilmesi için yasadaki “bir” ve “birlik” kavramını “teklik”, yani “Tevhid” sözcüğünün “Vahid”, “Tek” kökünden geldiğini dikkate almak gerekir.

Durumu daha iyi kavrayabilmek için Cumhuriyetin Osmanlıdan devraldığı eğitim sistemini de çok iyi bilmek gerekmektedir.

3 Mart 1924, tarihinde, Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmış böylece “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesi gerçek yaşama geçirilmiştir.

Cumhuriyet kurulduğu tarihlerde,  ülkemizde 1. Meşrutiyetle beraber önem kazanan modern okullar, batılı devletlerin egemenliğindeki Misyoner okulları ve Medreseler olmak üzere 3 ayrı eğitim tür ve yöntemi vardı.

O yılların üniversitesinde okul bahçesinde fotoğraf çektirmek büyük suçtu.  Ülkede 1011 erkek, 230 kız olmak üzere toplam 1241 lise öğrencisi, 5362 erkek, 543 kız toplam 5905 ortaokul öğrencisi, 1743 erkek, 783 kız 2526 öğretmen okulu öğrencisi, 273107 erkek, 62954 kız 336061 ilkokul öğrencisi bulunmaktaydı.

Üniversite (Darülfünun) öğrencisi sayısı 185’i kız olmak üzere 2088 idi.

1923 yılında ilkokuldan başlamak üzere üniversite öğrenimi dahil öğrenim görenler nüfusun yüzde üçü olup, toplam okur yazar oranı ise sadece yüzde altıydı.

Başlangıçta ülkedeki azınlıklar ve yabancıların çocukları için açılan Misyoner okullarında giderek ülkemizin en seçkin çocukları okur hale gelmişti.

1900 yılında bu okullardaki öğrencilerin sadece yüzde 15’i Türk çocukları iken, 1920 yılında bu oran yüzde 75 olmuştu.

Amerikalılara ait 435, Fransızlara ait 94, İngilizlere ait 30, Almanların 10, İtalyanların 4, Rusların 3 okulu vardı. Oysa aynı yıllarda Türk çocuklarının okuyabildiği sadece 23 İdadi (Lise) vardı.

Bunların dışında bir de hiç kimsenin karışamadığı, bazılarında sadece 5-6 öğrenci bulunan 479 Medresede 1800 öğrenci vardı.

Bu verilerin sürecinde; 3 Mart 1924, Tevhid-i Tedrisat yasası bütün bu karmaşaya son vermek amacı ile çıkarılmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk eğitim konusuna çok büyük önem verdiğinden ve en değer verdiği arkadaşlarını Milli Eğitim bakanlığında görevlendirdiği için, eğitimde hızlı bir kalkınma sürecine girişilmiştir.

Bunlardan Mustafa Necati, Reşit Galip gibi devrimciler ne yazık ki çok genç yaşta ölüm nedeniyle aramızdan ayrılmışlardır.

Milli Eğitim Bakanlığı önünde “Milli” sözcüğünün bulunduğu iki bakanlıktan biri olarak belirlenmiştir.

Ne yazık ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılması ve özellikle 1950 sonrası eğitim sistemimiz ağır darbeler almıştır.

Dünyaya örnek bir Türk mucizesi olan Köy Enstitüleri en verimli olmaya başladıkları sırada kapatılmıştır.

Eğitim giderek dinselleştirilmiş ve bugünkü hazin ve net acıklı manzara ortaya çıkmıştır.

12 Eylül darbesi ile başlayan tahribatın ardından eğitim sistemimiz AKP iktidarında laiklikten tamamen koparılmıştır.

İmam Hatip okullarının yaygınlaştığı bu süreçte,  okulların adlarındaki, Cumhuriyet, Atatürk gibi adlandırmalardan bile rahatsızlık duyulur olmuştur.

Aslen din adamı yetiştirmek üzere kurulmuş olan bu okulların mezunları tüm eğitim sisteminde yönetim kademelerine getirilerek bu okullardan mezun olanlar da,  AKP siyasetinin misyonerliklerine soyunmuşlardır.

Misyoner okullarının adları değiştirilmiş gibi olsa da hattı zatında bu okullar cemaatlerin yönetim anlayışı ve yönetişimi altına alınmışlardır. Bugün kandırılan ulusun çocukları olan seçkin öğrencilerimiz bu okullara girebilmek için yarışmaktadırlar.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de cemaatlerin egemen olduğu özel okullar sistemi yaygınlaştırılmaya devam etmektedir.

AKP iktidarı kapı önünde cemaatlerle kavga ederken, kapının arkasında onlarla sarmaş dolaştır.

İmam Hatip okullarının mezunları şifrelerle, sınav hileleri ile en iyi üniversitelere yerleştirilmektedirler.

Zaten cemaat vakıflarının tamama yakınının kendi üniversiteleri de sistem içerisinde mevcuttur.

Anayasal teminat altındaki Devrim Yasalarımızın en önemlisi Tevhid-i Tedrisat Yasasının 91 yıl sonraki durumu budur.

Eğitim sistemimiz hazin bir durum içerisindedir, eğitim sendikaları, sendikalar, sivil toplum örgütleri, aydınlar sindirilmiş olduğundan etkili bir tepki de bulunmamaktadır.

Niteliği düşürülmüş devlet okulları, baskı altındaki öğretmenler, reklam ile şişirilmiş misyoner okulları ve nihayet cemaat okullarının varlığı Tevhid-i Tedrisat Yasasının özetidir.

Bu karmaşaya ancak yeni bir siyasi olgu ve güçlü bir eğitim devrimi son verebilir… 

Bunun içinde, yine yeniden bir Mustafa Kemal Atatürk gerekmektedir.

İzmir 03.03.2015

Prof. Dr. Öner Samanlı

Atatürk Enstitüsü Kurucu Üyesi