23 Mayıs 2013 Perşembe

YAZARA VE DÜŞÜNCEYE SAYGI YA DA 5846 SAYILI FİKİR VE SANAT ESERLERİ KANUNU




HÜRRİYET GAZETESİ’NDEN ŞİKAYETÇİ DEĞİLİM

23 Nisan 2013 tarihinde, Hürriyet Gazetesinde, Feyza Algan yönetimindeki  Güzin Abla köşesinde şahsıma ait, ‘ATAMTÜRKE MEKTUBUM VAR’ makalem, adı değiştirilerek ve biraz da üzerinde oynanarak, ‘Bir Türk Gencinin Atamıza Hitabesi’ başlığıyla ve yazarı bilinmiyor olarak yayınlanmıştır.  

Yazının kaynağı, on yıllarca öncesine dayanır ve birçok internet mecrasında ve yazılı basında tarafıma ait olduğuna da tanık olunabilir.

Durum üzerine, köşe yazarı ve gazetenin temsilcilerine durumu aktardım.

Özür dilediler ve ‘Sayın hocam; 19 Mayıs 2013 tarihi için bize bir yazı gönderirseniz hem o yazınızı yayınlarız aynı zamanda da, önceki yazınıza ilişkin yanlış durumu tekzip ederiz ‘ dediler.

Peki diyerek, konu hakkındaki mağduriyetimde fazlaca üstelemedim. 16 mayıs 2013 günü de talepleri olan ‘19 MAYIS 1919’ UN, ‘TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ TARİHİNDEKİ ÖNEMİ başlıklı makalemi, gazete köşesinin sahibesinin e-posta adresine gönderdim.

Ertesi gün  e-postanın alındığına dair doğrulama  beklediysem de gelmedi. Bir sonraki günde gelmeyince tekrar e-posta ile yazımın ulaştığına dair doğrulama isteminde bulundum.

19 Mayıs 2013 tarihinde bu yazının, Hürriyet gazetesinde  yayınlanmadığını ve  söz verilen önceki yazımında sahipliğine ilişkin tekzibin yapılmadığını görünce tekrar gazetenin yazı işleri müdürlüğüne, itirazı hak arama istemimi ilettim.

Hürriyet Gazetesini , kamuoyunda en güvenilir ve profesyonel gazetecilik anlayışına sahip  bir kurum sanmakta olan şahsım adına bu hayal kırıklığı yaratan itirazımın sonucunda, köşenin yazarı hanımefendi fevkalade sitemli ifadeleriyle, 22 Mayıs 2013 günü bana ilettikleri e-postalarında; kendilerini neden şikayet etmiş olduğumu, bu durumu titrime ve kişiliğime yakıştıramadıklarını yazmışlardır.

Türkiye’de fikir ve telif haklarını kapsayan ve bu açıdan suç unsuru teşkil edecek hususları belirleyen bir, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu mevcuttur.

Profesyonellikte ayrıca, etiğin çok önemi olduğu kesindir. Bu durum asla tartışılamaz.

Bu çizgide değil iseniz, kesinlikle amatörsünüzdür.

Gazetenin köşe sahibesi, yazı işlerinin uyarısıyla lütfetmişler ve 21.05.2013 günü benim kendilerine göndermiş olduğum makalemi, girizgahı ve nereden başlayıp nereden bittiğinin de belli olmadığı şekliyle ve bir paragrafının başına da, ‘PADİŞAH VAHDETTİN, DEVLETİ KURTARABİLİRSİN DEDİ’ şeklinde kendilerince bir uydurma ara başlık da ekleyerek ve yazımı bir makale olmaktan çıkartılıp anlaşılmazlığa döndürerek ulusal postalarında yayınlamışlardır.



Yazının en altında da, kırmızı puntolarla, Prof. Dr. Öner Samanlı yazılı bulunuyor.

Makalenin asıl başlığı; “‘19 MAYIS 1919”’ UN,  ‘TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ TARİHİNDEKİ ÖNEMİ’dir.

Şimdi tüm bu izah etmeye çalıştığım durumların sonrasında, köşenin sahibesi, siz beni neden şikayet ettiniz? Bilgisayarım arızalanmış olamaz mı? Ev taşımaktaydım, internetim bağlanmamıştı bu yüzden e-postalarıma bakamamış olamaz mıyım? Gibi söylemleriyle benim kendisinden özür dilememi beklemekte olduğunu yazmışlar.

Bir kusur eylediğim her süreçte anında özür dilenmesini yeğleyen bir yapıya sahip olduğumu bildirmek isterim. Ancak haksızlık bana yapılmışsa da aynısını beklemek gibi bir nezaketi bekleyeceğimi ve hatta kesinlikle isteyeceğimi söylemekten yanayım.

Gerçekten bir profesyonel gazete için böyle belki küçük ve önemsiz bir makale konusunun abartılması gibi bir yola çıkmış olmayan yazının yazanı, sadece her şeyin yeri ve zamanında önemli olduğunu algılamak istemeyen düşüncelere de derin üzüntüleriyle itirazı bu cevap hakkını kullanarak sunmak istiyor ise haksız mıdır?

19 Mayıs 1919’un önemine ilişki bu makalenin, günün anlam ve önemi gereğince de,  19 Mayıs 2013 günü yayınlanması gerekmez miydi?

Makalemin, birkaç gün sonra ve de takibim sonrasında yayınlanmış olması benim için bir hiçbir anlam taşımamaktadır.

Hürriyet Gazetesince gerçekleştirilen bu durum, Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımızın o zarif güzelliğine bir gülün dalındaki diken gibi batmıştır.

Biz; Atatürk ve Cumhuriyet sevdamız gereğince de, ‘gülü seven dikenine katlanır’ ata sözümüzün çizgisinde saygılı kalmayı yeğleyenlerdeniz.

Kusurlu olmadığımın farkında lığımı, fark ettirebilmiş isem, ne mutlu!

Bu durumu da değerli okurlarıma ve insanlığın vicdan muhasebesine bırakıyorum ve yıllardır söylediğim üzere:

‘NE MUTLU TÜRKÜM, NE MUTLU ATATÜRKÇÜYÜM, NE MUTLU CUMHURİYETÇİYİM DİYEBİLENE’  diyor, saygılarımı sunuyorum. 23.05.2013

Prof. Dr. Öner SAMANLI

TÜRKİYE VE DÜNYANIN EN KAPSAMLI ATATÜRK SİTESİ

ATATÜRK ENSTİTÜSÜ

Sosyal Medya Erişim : https://www.facebook.com/onersamanli

18 Mayıs 2013 Cumartesi

‘19 MAYIS 1919’ UN, ‘TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ TARİHİNDEKİ ÖNEMİ






   ‘19 MAYIS 1919’ UN,  ‘TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ TARİHİNDEKİ ÖNEMİ

Atatürk; Türk gençliğinden söz ederken esas itibarıyla yaş anlamında gençlikten ötede, düşünsel çağdaş fikri gençliği göz önünde bulundurmaktaydı. O’nun şu sözü çok anlamlıdır: “Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir.”

19 Mayıs 1919, Türk tarihindeki çok önemli dönüm noktalarından birisidir.  Bu tarih salt ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı tarih değil aynı zamanda o tarihten sonraki yarınların, yani bugünlerin  “Gençlik ve Spor Bayramı”dır.

Mustafa Kemal Atatürk: Bu nedenledir ki; Ulusal Mücadele döneminde Türk milletini çağdaşlığa götürecek ve gerici fikirlere karşı gelecek olanların genç fikirler olduğunu o yıllarda  görmüş olan dünya üzerindeki sayılı liderlerden birisidir.

Mustafa Kemal Atatürk, için yaşamı boyunca “Türk Gençliği” özel bir önem taşımıştır.

Atatürk; Türk gençliğinden söz ederken esas itibarıyla yaş anlamında gençlikten ötede, düşünsel çağdaş fikri gençliği göz önünde bulundurmaktaydı. O’nun şu sözü çok anlamlıdır: “Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir.”

Atatürk’ün, Türk gençliğine armağan ettiği ve “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanan 19 Mayıs’ın önemini anlayabilmek için onun 16–19 Mayıs 1919 tarihleri arasında gerçekleştirdiği İstanbul-Samsun yolculuğunu bir kez daha anımsamak gerekir.

Atatürk’ün 16–19 Mayıs 1919 tarihleri arasında gerçekleştirdiği, İstanbul’dan, Bandırma vapuru ile başlayan yolculuğu bir kurtuluş dönemini simgeler.  Bunun tarihe izdüşümü ise; “Büyük Nutku”na da, 19 Mayıs 1919 tarihi ile başlamasından anlaşılmaktadır.

O günlerde, İngilizlerin  9 Mart 1919 tarihinde Samsun’a askerî birlik çıkarmış olması, Samsun’un işgal kuvvetleri için önemli noktalardan birisi olduğunun kanıtıydı. Samsun, düşmanların askeri stratejisi açısından çok büyük öneme sahipti ve Karadeniz’den Orta Anadolu’ya açılan en rahat ve güvenilir bir yolun başlangıç noktasıydı.

İngiliz taraftarları, Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a ayak basmasının ardından, bu duruma ilk tepkilerini, Türk makineli tüfek birliğinden Hamdi adındaki bir teğmenin askerlerini alarak dağa çıkmasıyla vererek  dikkatleri bu bölgeye çekmişler, sonrasında da, İngiliz Yüksek Komiserliği’ne çektikleri telgrafla da; Türk halkının silâhlandığı ve Mustafa Kemal Atatürk isimli büyük bir tehlikenin ufukta doğduğunu, bölgeye güvenilir bir kumandanın olağanüstü yetkilerle gönderilmesini istemişlerdir.

O süreçte, Mustafa Kemal Atatürk bu büyük çıkışının plan ve programı içerisin deliğinden hareketle bu umutsuz duruma üzülüyor ve bir şeyler yapmak için Anadolu’ya doğru yol almak istiyordu. Samsun’dan hareketle yol almak Mustafa Kemal Atatürk, için kesinlikle bulunmaz fırsattı.

İstanbul-Samsun yolculuğu öncesinde Atatürk’le Padişah Vahdettin arasında geçen konuşmayı Atatürk şöyle anlatır: “- Paşa, Paşa!... Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin! Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir! Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden daha önemli olabilir... Paşa, Paşa... Devleti kurtarabilirsin! “

Büyük önder, Padişah Vahdettin’in bu sözlerindeki samimiyetsizliğin kesinlikle farkındadır. Ancak temkinli olarak düşüncelerini şöyle dillendirir: “Kişiliğime güveninize ve bana yetki verişinize teşekkür ederim... Elimden gelen hizmeti esirgemeyeceğime lütfen güveniniz...”

Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuşmada, plânlarının sezilmiş olabileceği duygusuna kapılmış olabildiğini de düşünmeden edemeyiz. Ancak bilinen çok önemli bir desteğin
onunla olduğuna dair kesin inancı olduğunu da yadsıyamayız.

Nedir o gerçek? “Türk Milleti”dir!…

Atatürk beraberindeki kişilerle 16 Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra “Bandırma” adındaki eski bir vapurla Galata rıhtımından yola çıkar. Bu yolculukta, Atatürk ile beraber 16 Mayıs 1919 Cuma günü başlayan yolculuğa gemi kaptanı İsmail Hakkı Durusu dışında 18 kişi eşlik eder ve Bandırma Vapuru bir gün sonra, saat 21.40 sıralarında İnebolu’ya ulaşır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, İstanbul’dan başlayan ve Samsun’da sona eren yolculuğu esnasında, görevli bir asker olmasının gereğince giyimi de buna uygundu ancak Samsun’a ayak bastığı günden birkaç gün sonra o artık asker değil, sivil olarak hareket etmiştir.

Yine o süreçlerde, yani Atatürk’ün Samsun’a çıkışında gördüğü manzara oldukça acı bir durumdaydı. Şehirde İngiliz işgal kuvvetleri vardı. Rum Pontus’çular sokaklarda kol geziyordu. Halk kendisini koruyamayacak kadar aciz bir durumdaydı.

Atatürk bugün müze haline getirilen Hıntika Palas’ta kaldıkları süre içinde hep bu sorunları düşündü, yolculukta geçirdiği uykusuz geceler sona ermemişti ve buradan itibaren uzun uykusuz sıkıntılı günler başlıyordu. Ama O’nda ve O’nun gibi düşünen
‘Türk Gençliği’nde, büyük ulusal kurtuluş hırsı oldukça hiçbir engel aşılmaz değildi.

Türk Ulusu için bir dönüm noktası, kurtuluşun başlangıcı olan bu uzun yolculukla,
Mustafa Kemal Atatürk’ün, Ulusal Mücadele’yi başlatmak üzere Samsun’da Anadolu topraklarına ayak bastığı 19 Mayıs 1919 tarihinin önemine ‘Nutuk’ unda işaret etmesi de bundandır.


Mustafa Kemal Atatürk’ün: “Gençler! Benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen gençler! Bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum” derken Türk gençliğine olan güveninden söz etmektedir. 

Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleri de hepimiz için bir rehber olmalıdır: “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kâfidir”.

Ne mutlu ki; Mustafa Kemal Atatürk’ün arzuladığı ‘Türk Genci’ olmaktan ödün vermeyenlere!..

Şanlı ve rengini şühedanın akan kanlarından almış olan, üzerine yansıyan ay ve yıldızını göklerin sınırsızlığından yansıtan al bayrağımızla sayende ulus olmuş bir milletin Misak-ı Mlli ile çizilmiş sınırları içerisinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve beraberliğinde tek vücut olarak daima tüm görevlere hazır olduğumuza dair inancımız ve andımızla, ‘Büyük önderimiz; Mustafa Kemal Atatürk, senin işaret ettiğin çağdaşlığın doğru yolunda, daima izindeyiz!..’

Nurlar içerisinde uyu!..

Prof. Dr. Öner SAMANLI

TÜRKİYE VE DÜNYANIN EN KAPSAMLI ATATÜRK SİTESİ

Sosyal Medya Erişim : https://www.facebook.com/onersamanli


2 Mayıs 2013 Perşembe

ATAMTÜRK’E MEKTUBUM VAR





ATAMTÜRK’E MEKTUBUM VAR

Sevgili Atam!

İlkokul birinci sınıfta idim.

Çocuktum ama, küçücüktüm, miniciktim.

Elimde annemin özenle hazırladığı beslenme çantam, krizit kumaşından önlüğümün cebinde de fındık fıstık leblebiyle karışık sevgisiyle, Şehit Pilot Binbaşı Ali Tekin İlk Okulu’ndaki sınıfımda aydın insan olabilmek adına bilim öğrenecektim.

Karatahtanın üzerindeki beyaz duvarın yüksek yerinde dört parmak üzerine ortalanmış çerçevenin içinden bana bakıyordun.

Bakışların keskindi ama çok da sevecendin.

ABC’den sonra ilk öğrendiğimdin; Yani, Gazi Mustafa Kemal’din.

Çocuktum ama, küçücüktüm, miniciktim.



Türk Çocuklarına ve tüm dünya çocuklarına bayram armağan etmiştin.

Armağanını, uygun adım sağ-sol-sağ-sol diyerek sevinçle yaptığımız yürüyüşle kutladık o günlerimizde...

Çok iyi anımsıyorum, bazılarımızın ayağı su toplamıştı, sıcak bir gündü bir kaçı bayılmıştı bayram çocuklarının...

Biz bayramlarda ağlamayı unutup da gülmeyi yaşayan çocuklardık.

Ne zaman salıncakta sallanan o güleç fotoğrafını görsem, neden büyük atamın yaşadığı dönemlerde çocuk olmadım ki diye her geçen 23 Nisan’lara yanarım.

Ortaokul ve lisede de hep seni anlattılar bana... Öğretmenlerimi sevgiyle anarım hep bu yüzden. Hep senin sevgini anlatan bir öğretmen olmak isteyişim de bu yüzden.

Dünyaya ancak yüz yılda bir gelen dahiydin sen. Senin büyük bir yetenek olduğunu belki o zamanlarda çocuk aklımla pek fazlasıyla kavrayamamış olsam da, ilerleyen yıllar sonrasında, bunu dünyanın kabullendiğini çok iyi anladım ben.
 ...
Şahin kuşunu bilirim ben. Aynen öyle bakışların vardı. Özgürlüğe, çağdaşlığa, barışa ve cumhuriyete eşitliğe aşık olduğunu bir bakışta anlamıştım zaten...

En azılı düşmanlara karşı bile merhametliydin ama senin üstün komutanlık dehan karşısında, savaş meydanlarında karşında kimse duramazdı bu kesin.



Sen sadece Atatürk değil, kükreyen bir aslandın, koskocaman kanatları gökyüzünü kaplayan deniz gözlü bir kartaldın…

Özgür geleceklere, güneş ışığına açılan sanki bir penceresiydin ufuklarımın.

Sözün özüyle ulu önderim, Türk milletinin büyük önderi, benim sevgili Atamtürk’üm; öğretmenlerim öyle anlatmışlardı seni bizlere...

Seni anneme, babama, dedeme sorduğumda da hiç farklı bir şeyler duymadım ağızlarından hep sana övgüler düzerdi, dua ederek rahmetli büyükannem.

Gel gör ki Atam benim üzüntülü taraflarım da var.

Bu üzüntülerim seni tanıdıkça, sana olan sevgim çoğaldıkça daha da arttılar.

Beni eğitenler, failatün, failatün, failün ölçü sistemini, Niagara Şelalesi’nin yükseklik ve debisini, “Yes, it is a pencil” demesini, Deli İbrahim’in küpesini, Öküz Mehmet Paşa Hanında kalanları, Genç Osman’ın boyunu, yediklerini içtiklerini bir bir kafama yerleştirdiler de; bana senin üstün insani yönünü anlatmayı nedense hep ihmal ettiler...

Senin içki sofralarının birer üniversite kürsüsü, sigara küllüğünün yaşanmış gerçeklerin anılarıyla süslü olduğunu, bu millet için sevdalarından verdiğin ödünleri , aşklarını ötelediklerini, Uşaklıgil hanedanından Latife Hanım gibi benim, senin yanında çirkin bulduğum affet ama pek de yakıştıramadığım o hanımefendi ile, binlerce Türk ve yabancı güzeller güzeli kız sana aşıkken evlenişini ve gerekli bir zaman sonrasında da boşanışının asıl yönlerini öğretmeye hiç yeltenmediler.

Senin kim bilir kaç günlerce, geceler ve gündüzlerce savaş meydanlarında cesetlere bakıp için için ağladığının gizemlerini, şehit kanlarıyla göllenen topraklar üzerinde geceleri gördüğünü, ay ve yıldızın geleceğin Türk bayrağı olarak dünya semalarında dalgalandırılacağının hayalinde olduğunu öğretmeye hiç cesaret bile edemediler nedense.

...

Özlemlerini, hasretlerini, geleceğimizi kazanmaya dair fikirlerini, geometri ve yurttaşlık kitapları, şiirler yazdığını da anlatmadılar.

Sevgili Atamtürküm: her yana heykellerini diktik, dağa, taşa senin siluetlerini çizdik...

Her kitaba, her yazıya mutlaka senden alıntılar yerleştirdik. Kitapların baş kısmına mutlaka fotoğraflarını koyduk.

Atatürk’ü anlatmak yerine şekilciliklerle hep işin kolayına kaçtık...

Ticarette kazık attık, dünyanın en büyük zeytin üreticisiyken, sattığımız zeytinyağının içerisine makine yağı katıp sınıfta kaldık.

Üretim yerine dışarıdan alalım,daha ucuz diyenlerin sözlerine inandık. İthalat denilen  o zor meseleyi çok iyi başardık. Kopyaladık ama,  aslını asla merak edip de bakmadık.

İlim, bilim adamlarını, yazan çizeni sindirdik, doğruyu söyleyeni köy köy dolandırdık...

Sen ‘Türk Milleti zekidir, çalışkandır’ demişsin ama bizler o sözüne sığınarak, zeki, çevik olmanın ötesine geçtik ve aynı zamanda düzenci de olduk.

Eğitimi siyasilerin senin tabirinle ‘menfur’ emellerine kurban verdik.

Ekonomiyi, ‘İzmir İktisat Kongresi’ndeki uyarılarına ve yol göstericiliğine rağmen çıkarcı siyasete teslim eyledik.

Aydınlık olması gereken geleceğimizi de o çirkin siyasete kurban verdik.

Söylediklerini dosdoğrusu dururken nedense hep tersinden anladık.

Sözün özü sevgili Atam; senin ilkelerinle belirttiğin yurttaşlığımızdan gıdım gıdım koparak ulus millet olmamızdan vazgeçtik, vazgeçirildik.

Tükendikçe tükettik, tükettikçe tükendiğimizi ne acıdır ki fark etmedik…...

Dedemden babama, babamdan bana politikacı tabiriyle “enkaz devralmış” bulunmaktayız.

Bu gidişle biz, çocuklarımıza devredecek enkazı bile bulamayacağız...

Birinci vazifemiz; “Türk istiklalini ve cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” bilirim.

Muhtaç olduğum kudretin, sana güvenimde mevcut olduğunu da bilirim.

Ama lütfen beni bağışla Sevgili Atam: Yürekte değil rozette, özde değil sözde, biz seninle hiçbir alakası ve ilgisi olmayan senden de Atatürkçü sahtekar mı sahtekar, yalancı mı yalancı, çıkarcı mı çıkarcı, siyasetçilerin menfaatlerinin oyuncağı, sessiz suskun bireyler olduk…

Sevgili Atam!

İlkokul birinci sınıfta idim diye başlamıştım ya, mektubumu bitirdiğimde birde baktım ki bende bir öğretmen olmuşum. 

Üstelik rüya da değil.

Ama keşke rüya olsaydı. Gördüklerimin hepsi yaşanılan.


Çocuktum ama, küçücüktüm, miniciktim.


Ellerinden saygılarımla ve hasretle öperim...

23 Nisan 2001 – Eceabat, Çanakkale

Prof. Dr. Öner SAMANLI
Türkiye ve Dünyanın En Kapsamlı 
Atatürk Bilgi ve Belge Bankası
Kurucusu


ATATÜRK ENSTİTÜSÜ BLOG SAYFASI